Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları

Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları

Anksiyete (Kaygı) Bozuklukları

Panik Bozukluğu

Bayan S. 25 yaşında, öğrenci, acil servisteki psikiyatrik değerlendirmeden sonra büyük bir üniversitenin medikal servisine sevk edilmiş. Bundan önceki 3 hafta içinde aynı acil serviste 3 kez psikiyatrik değerlendirme yapılmış. İlk başvurusunun nedeni voleybol takımı için kendini denediğinde ani ve şiddetli nefes darlığı ve korku olmuş. Nefes darlığına çarpıntı, boğulma hissi, terleme, titreme ve şiddetli kaçma dürtüsü eşlik ediyormuş. Bayan S. şiddetli kalp krizi geçirdiğini düşünmüş ve derhal acil servise gitmiş. EKG ve rutin kan çalışmalarını içeren tam tıbbi değerlendirme yapılmış. Bu değerlendirmeler sonucu kardiyovasküler, pulmoner ve diğer hastalıklara ait belirti çıkmamış. Bayan S’ye yerel psikiyatristin numarası verilmiş. Kendisi bu olayın yineleceğini düşünmediği için bu numarayla iletişim kurmamış. Buna benzer iki olay daha gelişmiş. Bunlardan biri arkadaşını ziyaret ettiğinde olmuş, ikincisi de uykudan uyandırmış. Her şiddetli ve ani olaydan sonra derhal acil servise gitmiş ve tam tıbbi değerlendirmeye alınmış fakat hastalık belirtisi gösterilmemiş.

Antik dönemlerden bu yana bilinen bir hastalık olmasına rağmen ancak 1980 yılında ayrı bir ruhsal bozukluk olarak tanımlanmıştır. Panik bozukluğunun yarattığı sosyal ve sağlıksal sorunlar kişilerde, ailelerde, toplum ve sağlık sistemi üzerinde ciddi sonuçlar doğurmaktadır. Panik bozukluğu nefes almada güçlük, çarpıntı, baş dönmesi, titreme, çıldırma-ölüm korkuları gibi çeşitli bedensel ve bilişsel belirtilerin ön planda olduğu, yineleyici ve beklenmedik panik ataklarıyla belirlenen yaygın bir bozukluktur. Panik atakları panik bozukluğuna özgü değildir. Hemen her anksiyete bozukluğunda ve başka ruhsal bozuklukların seyri esnasında panik atağı görülebilir. Panik bozukluğundaki panik ataklarının ayırt edici niteliği ‘kendiliğinden ve beklenmedik’ olmalarıdır. Panik atakları kişiyi ‘beklenti anksiyetesi’ olarak kavramlaştırılan ve bir dahaki panik atağının ne zaman olacağı konusunda yoğun bir endişeli beklenti içine sokmaktadır. Ayrıca panik ataklara ikincil gelişen ve bu bozukluktaki yeti yitiminin temel nedeni olan agorafobik kaçınma davranışları da bozukluğun önemli özellikleri arasındadır.

Toplumda her on kişiden biri yaşamının bir döneminde en az bir panik atağı yaşamaktadır. Ancak, yineleyici panik ataklarının toplumdaki sıklığı %7 civarındadır. Panik bozukluğu sıklığı ise daha düşüktür (%1,5-3,8).

Cinsiyet Dağılımı: Panik bozukluğu kadınlarda erkeklerden daha sık görülmektedir. Kabaca kadın/erkek oranı 2/1’dir. Agorafobi, özellikte de şiddetli agorafobi kadınlarda daha sık görülmektedir.

Başlangıç Yaşı: Panik bozukluğu hemen her yaşta başlayabilir. Başlangıç yaşı çok değişken olmakla birlikte, genellikle geç ergenlikle otuzlu yaşların ortaları arasındadır. Tedavi için başvuranların yaşları 25-45 arasındadır.

Hastalığın Gidişi: İlk panik atağının öncesinde hastaların ortalama %70’i, başta önemli kişilerden ayrılma ve kişiler arası çatışmalar olmak üzere, kişisel sağlık sorunları vb. gibi stres verici yaşam olayları tanımlamaktadırlar. Panik bozukluğu belirtilerde azalmalar ve artmalarla giden genellikle kronik seyirli bir bozukluktur. Bozukluk önce panik atakları ile kendini göstermekte, daha sonra ataklara beklenti anksiyetesi ve fobik kaçınma davranışları eklenmektedir. Hastalığın gidişinde çoğu hastada tam panik ataklarının sıklığı azalmakta ya da tamamen kaybolmaktadır. Fakat sınırlı belirtili ataklar uzun süre devam etme eğilimi göstermektedir. Bu kalıntı belirtiler düşük şiddette, ancak sınırlı ve yeti yitimi yaratacak niteliktedir. Hastaların büyük çoğunluğu ilk 2 yıl içinde kısmi ya da tam remisyona (iyileşme) girmektedir. Ancak panik bozukluğuna agorafobi eşlik ediyorsa daha olumsuz bir gidiş görülmektedir.

Hastalığın gidişi cinsiyet farklılığı göstermektedir. Hastalığın daha başlangıcında kadın panik hastalarında gözlemlenen ‘daha fazla belirti sayısı, daha yüksek agorafobi ve eş tanı oranları’, kadınlarda daha fazla yeti yitimine yol açarak prognozun (hastalığın seyri) erkeklere göre daha olumsuz olmasına neden olmaktadır.

Panik Atakları: Panik atağı ani, nedensiz ve şiddetli bir anksiyete (kaygı) atağıdır. Yaşanan huzursuzluk ve anksiyeteye nefes darlığı, çarpıntı, göğüs ağrısı, terleme gibi güçlü bedensel duyumların eşlik etmesi ek olarak plan yapma, düşünme, usa vurma gibi yetkilerin geçici olarak kaybedilmesi ve bulunulan ortamdan kaçmak ya da uzaklaşmak için yoğun bir istek duyulması panik atağının diğer özellikleridir. Belirtiler otonom sinir sistemi (örn. çarpıntı, terleme), solunum sistemi (örn. nefes darlığı, göğüste sıkışma hissi) ve merkezi sinir sistemi (örn. depersonalizasyon, baş dönmesi) kaynaklı olabilir. Bedensel belirtilerin bir kısmı hiperventilasyona (aşırı soluma) ikincil gelişmektedir. Hiperventilasyon anksiyeteyi kompanse etmek için ortaya çıkan, ancak ek bedensel belirtiler oluşmasına yol açan bir düzenektir. Hiperventilasyon ile kanda CO2 düzeyleri azalır ve başta sersemlik hissi, baş dönmesi, bedenin değişik bölgelerinde uyuşma-karıncalanma ile ellerde-ayaklarda kasılmalar gibi ek belirtiler ortaya çıkabilir.

Hastalar panik atağı belirtilerini kalp krizi geçirdiği, felç olacağı, bayılacağı, kontrolünü yitireceği ya da delireceği, çoğu kez de öleceği biçiminde yorumlar. Bu tür bilişsel belirtiler hastalarda öznel bir huzursuzluk hali yaratmakta ya da var olan anksiyeteyi arttırmaktadır. Panik atağı hızla ortaya çıkar, başlangıcından sonraki 2-10 dakika içinde doruğa ulaşır ve çoğunlukla 10-30 dakika sürer. Nadiren saatlerce devam edebilir. O sırada hastaların yapmakta oldukları etkinlikleri sürdürmesi güçleşmiş, hatta olanaksız hale gelmiştir. Bir an önce içinde bulundukları ortamdan kaçıp kurtulmak istemektedirler. Çarpıntı, taşikardi (hızlı kalp atımı) ve baş dönmesi gibi belirtiler en fazla bildirilen belirtilerdir. Bunlar dışında panik atakları sırasında hastalar ağız kuruluğu, idrara çıkma isteği, karında gaz hissi, ya da basınç, geğirme, barsak hareketlerinde artış, irritabilite, düşünememe, düşüncelerin yavaşlaması, başta ve ensede duyumlar gibi belirtiler yaşadıklarını belirtmektedirler.

Her durum ve koşulda, hatta uykuda bile panik atakları gelişebilir. Kimi hastalar haftada 1-2 atak geçirirken, her gün çok sayıda atak geçirenlerde vardır. Panik atağı hızla tıbbi yardım arayışına yol açar. Bu hastalar öncelikle acil servislere, daha sonrada kardiyolog ve nörologlara başvururlar.

Panik Atağı DSM-5 Tanı Kriterleri;

  • Çarpıntı, kalbin küt küt atması ya da kalp hızının artması.
  • Terleme
  • Titreme ya da sarsılma
  • Soluğun daraldığı ya da boğuluyor gibi olma duyumu.
  • Soluğun tıkandığı duyumu
  • Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkışma
  • Bulantı ya da karın ağrısı
  • Baş dönmesi, ayakta duramama, sersemlik ya da bayılacak gibi olma durumu
  • Titreme, üşüme, ürperme ya da ateş basması duyumu
  • Uyuşmalar (duyumsuzluk ya da karıncalanma duyumları)
  • Gerçekdışılık (‘derealizasyon’, gerçek dışı olma duyumu) ya da kendine yabancılaşma (‘depersonalizasyon’, kendinden kopma duyumu).
  • Denetimin yitirme ya da ‘çıldırma’ korkusu.
  • Ölüm korkusu.

Gece Gelen Panik Atakları: Bir tetikleyici olmaksızın, uykudan aniden, büyük bir korku ile uyanma ve fizyolojik uyarılma haliyle karakterizedir. Panik bozukluğu dışında Travma Sonrası Stres Bozukluğu’nda da görülebilir. Uykuya daldıktan sonraki ilk 1-4 saat içinde meydana gelir ve birçok hastaya göre gündüz ataklarından daha şiddetli ve daha fazla sayıda belirti içerirler. Gece gelen panik atağı ortalama 25 dakika sürmektedir. Gecede bir kez olması tipiktir. Hastalar uykusuzluk çekerler, uyumaktan çekinirler ve korkarlar, hatta gündüz uyumayı yeğleyebilirler. Fakat uyku yoksunluğu da yeni gece gelen panik ataklarını tetikleyebilir.

Beklenti Anksiyetesi: İlk ataktan sonra ya da atakların sıklaşması ile birlikte bir başka atak olacağına dair korku gelişmekte ve hastalar kaygılı beklenti ve hiperaktivitenin eşlik ettiği bir anksiyete durumu yaşamaktadırlar. Bu duruma beklenti anksiyetesi denir. Beklenti anksiyetesinin 3 öğesi vardır:

  • Bir panik atağı geçirmeyle ilişkili olan huzursuz edici ve endişeli, yoğun düşünce uğraşları
  • Yine bir panik atak olacak, bu da tehlike yaratacak inancı ve beklentisi
  • Süregiden bir korku eğilimi ya da korkuyla oluşan bedensel duyumlardan korkma

Beklenti anksiyetesi içindeki hastalar sürekli olarak ne zaman panik atağı yaşayacaklarını kestirmek amacıyla tüm çevresel ve bedensel ipuçlarını değerlendirmeye çalışmaktadırlar. Belirgin bir uyarılmışlık ve tetiktelik hali vardır. Bedenlerine, beden duyumlarına ilgileri artar. Solunumu ne zaman hızlanmaya başlamaktadır? Kalp atımını neler artırmaktadır? Efor yapsa neler olabilir? Hangi ortamlarda bedensel belirtiler ortaya çıkmaktadır? Şu an bulunduğu yere en yakın sağlık kuruluşu nerededir ve oraya nasıl hızlı ulaşabilir? Kişinin kafası sürekli bu gibi ek anksiyete kaynağı olan düşüncelerle doludur. Dolayısıyla beklenti anksiyetesi durumsal panik ataklarına, agorafobik kaçınma davranışlarına ve sağlık anksiyetesine zemin hazırlamaktadır.

Agorafobi: Spontan panik ataklarının yarattığı tehdit ve tehlike algısı bir dizi aktif kaçınma eylemini tetikler. Hastalar panik atağı/anksiyete yaşamamak veya tehlikeli gördükleri şeylerden kendisini korumak için etkili ve sorun çözücü olmayan davranışları da içeren bir çok güvenlik önlemine başvurmaktadır. Anksiyete ya da huzursuzluk yaratabilecek durumlar, yerler ya da olaylardan uzak durma eğilimindedirler. Bazen bu kaçınma davranışı oldukça şiddetlidir ve kişi kaçındığı olaya/dutuma girmeye zorlandığında panik atağı yaşayabilir. ‘Fobik kaçınma’ ve ‘güvenlik arama davranışları’ anksiyeteyi geçici olarak yatıştırmakla birlikte, hastalığı sürdürücü işlev görmekte ve hatta bu davranışların kendisi yeni belirtiler üretmektedir. Panik bozukluğu hastalarının %26’sında başlangıçtan sonraki ilk bir haftada, %40’ında ise ilk altı ay içinde gelişmektedir. Anksiyete duyarlılığının şiddetli olması ve kontrolü kaybetme korkusu da agorafobi gelişimiyle ilişkilidir.

Anksiyete Duyarlılığı: Anksiyete belirtilerinden aşırı düzeyde korkmak biçiminde tanımlanan bir yapıdır. Kişinin yapısında bulunan ve süreklilik gösteren ‘temel bir korku’ biçiminde kavramlaştırılmıştır. Anksiyete duyarlılığının genetik/ailesel bir bileşeni olmakla birlikte, çocukluk döneminde karşılaşılan düşmanca ve tehdit edici ebeveyn davranışlarıyla ilişkili olabileceği gözlenmiştir. Yüksek anksiyete duyarlılığının panik bozukluğu ve agorafobiye yatkınlık yaratan bir bilişsel risk etkeni olduğu ve panik-agorafobi belirtilerinin sürmesinde özgül bir rolü olduğu araştırmalarda gösterilmiştir.

Sağlık Anksiyetesi: Panik ataklarıyla ortaya çıkan şiddetli bedensel belirtiler ve duyumlar, hastalarca ciddi sağlık sorunları yaşadıkları biçiminde yorumlanmaktadır. Kişinin sağlık konusundaki inançlarıyla doğrudan bağlantılı olan ve kendi sağlığıyla ya da hastalanacağıyla ilgili korku endişelere ‘sağlık anksiyetesi’ denmektedir.

Tedavi: Yeni kuşak antidepresanlar ile eş zamanlı bilişsel davranışçı terapi yöntemlerinin kombine edilmesiyle Panik Bozukluğu’nun tedavisinde yüz güldürücü sonuçlar elde edilmektedir.

Sosyal Anksiyete Bozukluğu (Sosyal Fobi)

‘Bayan S. bir hukuk bürosunda çalışan başarılı bir sekreterdir. Sosyal durumlarda uzun süredir kendisini rahatsız hissettiğini belirtmesine rağmen, Bayan S. sadece sosyal hayatını ve iş performansını etkilediğini hissetmeye başladığında tedavi için başvurur. Yeni bir insanla tanıştığı zaman kendisinin daha fazla sinirlendiğini fark ettiğini belirtir. Örneğin hukuk bürosunun yeni bir elemanı ile tanıştığında kendinin gergin olduğunu, terlediğini, kalbinin daha hızlı çarptığını fark eder. Aniden aklına bu durumda çok aptalca bir şey söyleyeceği ya da herkesin ona güleceği, bir sosyal gaf işleyeceği gelir. Sosyal toplantılarda bu hislerinin kendisini toplantıdan ayrılma ya da davetleri geri çevirme düşüncesine ittiğini belirtir’.

Uzun bir süre bir grup klinisyenin bu hastalığı normal bir kişilik özelliği veya aşırı utangaçlık gibi ele alması, diğer taraftan bir başka grubun ise kişilik bozuklukları sınıfı içinde değerlendirmesi sosyal anksiyete bozukluğu konusunun göz ardı edilmesine yol açmıştır.

‘Sadece bir saniye için gözlerinizi kapatın ve bir odaya girdiğinizi ve orada bazı arkadaşlarınızı ve meslektaşlarınızı gördüğünüzü düşünün, birde yere doğru bakıyorsunuz ve üzerinizde hiçbir giysinin olmadığının farkına varıyorsunuz’. Sosyal anksiyete bozukluğu (SAB) olan kişilerin bir toplumsal durumla karşılaştıklarında neler hissettiklerini bu senaryo çok iyi anlatmaktadır. ‘Büyük bir utanç duyarsınız, odadan kaçıp gitmek istersiniz, sanki ölecekmiş gibi olduğunuzu hissedersiniz, hiç kimseyi yeniden görmek istemezsiniz’. Sosyal fobisi olanlar genel yerde yemek yemekten, telefon konuşmaları yapmaktan, genel tuvaletleri kullanmaktan ya da başkalarının yanında adlarını yazmaktan ya da imzalarını atmaktan yoğun utanç duyar, aşağılanmış duygusu hisseder ve korku yaşarlar.  

SAB bireyin başkaları tarafından yargılanabileceği kaygısını taşıdığı toplumsal ortamlarda mahcup ya da rezil olacağı konusunda belirgin ve sürekli korkusunun olduğu bir anksiyete bozukluğudur. Kişiler başkalarıyla etkileşimde bulunmalarını gerektiren ya da bir eylemi başkalarının yanında yerine getirmeleri gereken durumlardan korkarlar ve bunlardan olabildiğince kaçınırlar. Başkalarının kendileriyle ilgili olarak kaygılı, zayıf, kaçık ya da aptal gibi yargılarda bulunacağını düşünürler. Ellerinin ya da seslerinin titrediğinin farkına varacaklarıyla ilgili kaygılarından ötürü toplum önünde konuşmaktan korkabilirler ya da düzgün bir biçimde konuşamıyor gibi görünmekten korktukları için başkalarıyla karşılıklı konuşurken aşırı kaygı duyabilirler. Diğer insanların ellerinin sallandığını görmesinden utanç duyacaklarından korktukları için başkalarının yanında yemekten, içmekten ya da yazı yazmaktan kaçınabilirler.

Sosyal Anksiyete Bozukluğu (Sosyal Fobi) DSM-5 Tanı Kriterleri;

  1. Kişinin başkalarınca değerlendirilebilecek olduğu bir ya da birden çok toplumsal durumda belirgin bir korku ya da kaygı duyması. Örnekleri arasında toplumsal etkileşimler (örn. karşılıklı konuşma, tanımadık insanlarla karşılaşma), gözlenme (örn. yemek yerden ya da içerken) ve başkalarının önünde bir eylemi gerçekleştirme (örn. bir konuşma yapma) vardır.
  2. Kişi olumsuz olarak değerlendirilecek bir biçimde davranmaktan ya da kaygı duyduğuna ilişkin belirtiler göstermekten korkar (küçük düşeceği ya da utanç duyacağı bir biçimde; başkalarınca dışlanacağı ya da başkalarının kırılmasına yol açacak bir biçimde).
  3. Söz konusu toplumsal durumlar, neredeyse her zaman, korku ya da kaygı doğurur.
  4. Söz konusu toplumsal durumlardan kaçınılır ya da yoğun bir korku ya da kaygı ile bunlara katlanılır.
  5. Duyulan korku ya da kaygı, söz konusu toplumsal ortamda çekinilecek duruma göre ve toplumsal-kültürel bağlamda orantısızdır.
  6. Korku, kaygı ya da kaçınma sürekli bir durumdur, altı ay ya da daha uzun sürer.
  7. Korku, kaygı ya da kaçınma, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında işlevsellikte düşmeye neden olur.
  8. Korku, kaygı ya da kaçınma, bir maddenin ya da başka bir sağlık durumunun fizyolojiyle ilgili etkilerine bağlanamaz.
  • Korku, kaygı ya da kaçınma panik bozukluğu, beden algısı bozukluğu ya da otizm açılımı kapsamında bozukluk gibi başka bir ruhsal bozuklukla daha iyi açıklanamaz.
  1.  Sağlığı ilgilendiren başka bir durum varsa (örn. parkinson hastalığı, şişmanlık, yanık ya da yaralanmadan kaynaklanan biçimsel bozukluk), korku, kaygı ya da kaçınma bu durumla açıkça ilişkisizdir ya da aşırı bir düzeydedir.

SAB’de kişi korkularının aşırı ya da anlamsız olduğunu bilir. Eğer gerçekten korku duyulabilmesi anlamlı bir olay varsa tanı SAB değildir. Ayrıca bu kişiler korku duydukları durumlardan genellikle kaçınırlar. Yaklaşmakta olan toplumsal ya da başkalarının da katılımının olduğu durumlarla ilgili olarak çok önceden belirgin bir beklenti anksiyetesi ortaya çıkabilir (toplumsal bir olaya katılmadan birkaç hafta önce her gün kaygılanma gibi).

SAB’ye sıklıkla eşlik eden özellikler arasında eleştirilmeye, olumsuz bir biçimde değerlendirmeye ya da reddedilmeye karşı aşırı duyarlılık, haklarını savunmada güçlük çekme ve benlik saygısında düşüklük ya da aşağılık duyguları yer alır. Bu kişiler sınava girme gibi başkalarınca dolaylı olarak değerlendirilecekleri durumlardan da çoğu zaman korkarlar. Bir grubun önünde, toplum önünde ya da üstleriyle/meslektaşlarıyla konuşurken kaygı duydukları ya da konuşmaktan kaçındıkları için işlerinde yeterli başarı gösteremeyebilirler. Karşı cinsle ilişkide de sorun yaşadıkları için genelde evlenmezler. SAB’de korkulan durumla karşılaşması panik atağı yaşatabilir. Ancak panik bozukluğunda daha çok çarpıntı , göğüste sıkışma hissi görülürken SAB’de daha çok terleme, yüz kızarması ve ağız kuruluğu görülür.

Sosyal fobide görülen tipik korkular;

Sosyal                                                         Performans
Yabancılarla karşılaşma                             Toplum önünde konuşma
Otoriteyle karşılaşma                                  Başkaları tarafından izlenirken yazma
Toplum içinde yeme-içme                           Toplum önünde müzik aleti çalma veya rol yapma
Küçük gruba katılma                                   Gruba rapor sunma
Partiye girme                                               Aynı düşüncede olmadığını söyleme
Test edilme  

Liebowitz Sosyal Fobi Ölçeği’nde belirlenen sosyal durumlar;

  • Toplum içinde telefonla konuşma
  • Küçük bir grup etkinliğinde yer alma
  • Toplum içinde yemek yeme/bir şeyler içme
  • Yetkili biri ile konuşma
  • Dinleyiciler önünde konuşma/rol yapma
  • Partiye girme
  • Başkaları tarafından izlenirken çalışma/yazma
  • Çok iyi tanımadığı biriyle telefonda görüşme/yüz yüze konuşma
  • Yabancılarla karşılaşma
  • Genel tuvaletleri kullanma
  • Birilerinin oturduğu odaya girme
  • İlgi odağı olma
  • Bir toplantıda hazırlıksız konuşma yapma
  • Yetenek, yeti veya bilgi testine tabi tutulma
  • İyi tanımadığı birine onaylanmadığını/aynı düşüncede olmadığını ifade etme
  • Çok iyi tanımadığı birinin gözlerinin içine bakma
  • Romantik veya cinsel ilişki amacıyla birini tavlamaya çalışma
  • Alınan bir malın parasını geri almak üzere iade etme
  • Parti verme
  • Israrlı bir satıcıya karşı koyma

Bilişsel Model

 Sosyal Fobi neden yıllarca sürmektedir? Devam ettiren şey nedir? Belirtilerin ortaya çıkması ile hangi düşüncelerin ilişkisi vardır? Bu sorulara yanıt bulabilmek için hastaların sosyal ortama girdiklerinde yaşadıkları olumsuz inançları bilmek gerekir.

Bilişsel açıdan SAB’de en temel özelliğin kişinin çevresine özel olumlu izlenim bırakma isteği duyması, buna karşın bunu gerçekleştirebilme yeteneğine karşı da belirgin güvensizlik hissetmesidir. Bu kişiler insanların önündeyken uygun olmayan bir biçimde davranacaklarından korkarlar ve bu davranışlarının sonucunda reddedilecekleri, değer ya da mevki kaybedecekleri ya da kendileri için önemli olan kişisel hedeflere ulaşamayacaklarını düşünürler. Bu kişilerde genelde saptanan bilişsel özellikler; kendini değersiz görme, diğer insanların eleştirici ve hayal kırıklığına uğratıcı olduğunu düşünme, beklenti anksiyetesi oluşturan olumsuz fanteziler, başkaları tarafından gözlenme konusunda artmış bir duyarlılık ve korku, kaçmanın güç olduğu sosyal ortamlardan korkma, kızarma, titreme gibi bedensel belirtilerin aşırı derecede farkında olma, kendinde oluşan anksiyete belirtilerinin başkaları tarafından anlaşılacağından aşırı endişe duyma gibi birçok bilişsel süreç vardır.

Sosyal fobide bilişsel açıdan başlıca iki ana sorundan biri, başkalarıyla birlikte iken bir eylemi başarmama korkusu ve buna bağlı olarak olumsuz değerlendirilme korkusudur. Diğeri ise kişinin tüm dikkatini kendi içsel uyaranlarına odaklamasıdır.

SAB olanlarda kendine odaklanmış dikkat vardır. Diğer kişiler tarafından olumsuz değerlendirilmenin tehlikesi içinde olduklarını düşündüklerinde, kendilerini gözlemeye başlarlar ve tüm dikkatleri bu konuya odaklanır. Kendilerine yönelik dikkat arttıkça kaygı artar.

İşlevsel olmayan inançlarda hastalık da önemlidir. Bu inançlar arasında;

  1. Yüksek standartlı sosyal performans gereksinimi: ‘Herkesin beğenisini kazanmalıyım, zayıflığın hiçbir belirtisini göstermemeliyim, zarif ve akıllı görünmeliyim’. Bu yüksek standartlı belirtiler kişiyi anksiyeteye sokar.
  2. Sosyal değerlendirmeye ait durumsal inançlar: ‘Hata yaparsam beni kınarlar, beni tanırlarsa sevmezler, biriyle anlaşamazsam aptal olduğumu düşünürler ve reddederler, eğer insanlar beni sevmezse bu benim aptal, işe yaramaz biri olduğumdandır’ gibi inançlardır.
  3. Kendi hakkındaki yanlış inançlar: Depresif hastalar gibi çoğu SAB olan hastada da kendilik değeri ile ilgili olumsuz inançlar vardır. Örneğin, ‘ben garip bir insanım, ben cazibesiz biriyi, aptalım, savunmasızım, yetersizim’ gibi. Depresif hastalardan farkı SAB olan hastalar sosyal durumlarda bunları hissederken, yalnız başına olduklarında kendilerine bakış açısı olumludur. Eğer bir adada olsaydınız, yine gereksiz, değersiz biri olduğunuzu düşünür müydünüz sorusuna, SAB olanların hemen hemen tamamı hayır veya çok az yanıtı vermişlerdir. Aileleri ya da rahat ettikleri kişiler yanında bu olumsuz inançları taşımazlar.

Bilişsel model sosyal fobisi olanların kendi performanslarını olumsuz yönde değerlendirdiklerini, en azından kısmen çarpıttığını varsayar. Olağan kişiler arası geri bildirimi normallere göre daha olumsuz değerlendirir ve kişiler arası etkileşimde olumsuz örnekleri daha fazla hatırlar, sosyal durumlardaki beceri düzeylerini küçümserler.

Sosyal fobide kendini gerçekleştiren kehanet gibi sosyal durumlarla ilgili korku, hastanın istemediği sonuçlarla karşı karşıya kalmasına neden olur. Korku anksiyete belirtilerinin ortaya çıkmasını doğurur, bu da kişinin performansını bozar. Performansın bozulması korkuyu daha fazla tetikler ve sonuçta bir kısır döngü ortaya çıkar. Burada kişinin varsaydığı felaket tablosu tam olarak oluşmasa da, birey bunu felaket olarak yorumlar. Bilişsel kurama göre asıl sorun zaten olumsuz değerlendirilme ile ilgilidir. SAB olan kişiler diğer insanlar tarafından olumsuz değerlendirilme tehlikesi içinde olduklarını düşündüklerinde, dikkatlerini kendisini gözleme ve değerlendirmeye odaklarlar. Dikkatteki bu değişim o anda kaygısına bağlı olarak ortaya çıkan tepkilerin ve kendisiyle ilgili farkındalığın artmasına, ayrıca diğer insanların davranışlarını doğru değerlendirememesine yol açar. Kendini değerlendirmede kullandığı içsel-öznel bilgiyi diğer insanların kendisiyle ilgili düşündüklerine özdeş tutarlar.

Sosyal anksiyetesi olan kişilerin diğer kişilerle bir arada iken, performans gerektiren bir durumla karşılaşmalarıyla olumsuz duygulanım yaşadıkları belirtilmiştir. Bu duygulanımla kişi konuyla ilgisi olmayan dış öğelere aşırı odaklanmaktadır. Kişi aklından ‘yetersiz miyim, rezil olacak mıyım’ gibi düşüncelerle savaşırken asıl konu üzerindeki dikkatini toplayamaz ve böylece başarısı azalır. Performans anksiyetesi sosyal performansa olumlu etki yaparken, sosyal fobisi olan kişilerde ise performansı bozmaktadır.  

Tedavi: Bilişsel davranışçı terapi yöntemi ve/veya yeni kuşak antidepresan tedavileri ile sosyal fobinin tedavisinde olumlu sonuçlar elde edilmektedir.

Obsesif-Kompulsif Bozukluk (Takıntı-Zorlantı Bozukluğu) ‘OKB’

‘Bayan B. malnutrisyon tedavisinin ardından psikiyatriye devredildi. Bayan B. komşuları tarafından dairesinde bayılmış halde bulundu. Acile getirildiğinde düşük tansiyon ve hipokalemikti (potasyum düşüklüğü). Psikiyatrik müracaatta özellikle yiyecek materyallerini temizlemekle ilgili tekrarlayan takıntılarından ve bunların uzun süredir var olduğundan söz etti. Sıklıkla yiyeceklerin kirli olduğunu düşünüyor ve onları 3-4 kez yıkamazsa yemekte zorlanıyordu. Yıkama ile yiyeceklerin kirli olduğuna ilişkin kaygısı azalıyordu. Bayan B. sıklıkla restoranda yemekleri yıkamadan yemeye çalışmıştı fakat hasta olacağına dair yoğun endişe yaşadığını fark ettiği için restoranda yemek yemekten kaçınıyordu. Yakınmalarının son 3 ayda çok artması nedeni ile çok az yemek yiyebilir olmuştu. Bu obsesif düşüncelerinin gerçekçi olmadığını fark etmiş fakat kendisi yemek yer hale gelememiş veya yemek yedikten sonra bulantısını ve çok gergin oluşunu engelleyememişti’.

Psikiyatri tarihinde tanımlanan ilk hastalıklardan biri olup, belirtileri yaklaşık 300 yıldır bilinmektedir. OKB, yineleyici obsesyonlar ve/veya kompulsiyonların görüldüğü, genellikle süreğen, kimi zaman da epizodik (aralıklı) gidiş gösteren, kişinin günlük işlevlerini belirgin olarak etkileyen bir hastalıktır. Obsesif-kompulsif belirtiler, geleneksel olarak benliğe-yabancı (ego-dystonic) olarak görülmekte olup zarardan kaçınma ve riski azaltma, iç görü (belirtilerin saçma ve anlamsız olarak görülmesi), direnme (belirtileri baskılamak ya da onlara karşı direnmek için girişimlerde bulunulması), doyumun yokluğu (anksiyete ya da gerginliğin azalmasına karşın hazzın yaşanmaması) ile birliktedir.

OKB’nin yaşam boyu yaygınlığının kadınlarda %0,9-3,4, erkeklerde %0,5-2,5 arasında değiştiği ortaya konmuştur. Ayrıca obsesif-kompulsif belirtiler tanı ölçütünü karşılamasa da eşik altı düzeyde birçok insanın yaşamını önemli ölçüde etkilemektedir.

 

Başlangıç Yaşı: OKB tipik olarak geç ergenlikte ya da erken erişkinlikte başlamaktadır. Başlangıç yaşının 20’li yaşların başları olduğu bildirilmiştir. Birçok çalışmanın ortak bulgusu, erkeklerde hastalığın kadınlara göre daha erken yaşlarda başladığıdır. Araştırmalarda erken başlangıçlı OKB hastalarında geç başlangıçlılara göre, kompulsiyonların obsesyonlardan daha önce ortaya çıktığı, obsesif-kompulsif belirti şiddetinin daha yüksek olduğu, tik bozukluklarının ve öğrenme güçlüklerinin daha sık görüldüğü, tedaviye yanıtın daha kötü olduğu belirlenmiştir. Gebelik ve doğum sonrası döneminin OKB gelişimi açısından riskli olduğu bilinmektedir, mevcut OKB’nin doğum sonrası dönemle birlikte alevlendiği çeşitli çalışmalarda bildirilmiştir.

Hastalığın Gidişi: OKB’de belirtiler yavaş bir başlangıç göstermekte, belirtilerin klinik olarak anlamlı bir düzeye gelmesi yıllar alabilmektedir. Bununla birlikte OKB’li hastaların belirli bir bölümünde belirtiler gebelik ya da yakınını kaybetme gibi nedenlerle ani bir başlangıç gösterebilir. OKB’de obsesyon ve kompulsiyonlar süreç içinde şiddet ve biçim değiştirebilmektedir. OKB’li hastalarda bu tür dalgalanmalar sıkça bildirilmekle birlikte, uzun bir süre belirtilerin tamamen düzelmesi ya da tam iyileşmenin görülmesinin nadir bir durum olduğu düşünülmüştür. OKB belirtileri yoğun bir sıkıntı kaynağı olmalarının yanında, oldukça fazla bir zaman kaybına, kişinin günlük etkinliklerinde yaşamı aksatacak ölçüde bir yavaşlamaya neden olabilmektedir. Buna bağlı olarak kişinin mesleki/eğitimle ilgili işlevselliği, toplumsal etkinlikleri ya da çevresiyle ilişkileri bozulur. Hastaların yaklaşık %15’inde süreç içinde mesleki ya da toplumsal işlevsellikteki bozulmanın süreç içinde giderek arttığı bildirilmiştir.

Obsesyon ve Kompulsiyonlar

Obsesyon, kişinin isteği dışında ısrarlı ve zorlayıcı bir şekilde aklına gelen, kişi tarafından saçma ve mantık dışı olarak görülen, kaygı ortaya çıkartıcı ve yineleyici özellikteki düşünce, dürtü ya da imgeler olarak tanımlanmıştır. Kişi obsesyonlarını zihninin bir ürünü olarak görür. Kompulsiyonlar, kişinin obsesyonlarına yanıt olarak ya da belirli kurallara göre gerçekleştirmek zorunda olduğunu hissettiği, yineleyici ve belirli bir amaca yönelik olan törensel davranışlar ya da zihinsel eylemlerdir. Kompulsiyonlar, obsesyona eşlik eden anksiyeteyi gidermek, korku yaratan bir durumu etkisizleştirmek ya da önlemek üzere yapılır. Ancak yapılan etkinlik, önlenmek istenen şeyle gerçekçi bir biçimde ilişkili değildir ya da aşırıdır. Kişi kompulsiyonlarını engellemeye çalıştığında yoğun bir kaygı yaşar.

Kimi yazarlarca OKB belirtileri beş grup altında ele alınmaktadır;

  • Kompulsif temizleme/el yıkama ile birlikte olan bulaşma/hastalık konusundaki obsesyonlar
  • Kontrol etme kompulsiyonlarıyla birlikte olan kuşku obsesyonları
  • Simetri, düzen ve sayılarla ilgili obsesyon ve kompulsiyonlar
  • Biriktirme/toplama kompulsiyonları
  • Obsesyonel yavaşlık

En sık rastlanan obsesyonlardan biri olan kirlenme/bulaşma obsesyonlarında, kirli olduğu düşünülen yerlerden mikrop, idrar, feçes (dışkı), meni vb. şeylerin bulaşabileceği endişesi yaşanır. Tuvalete gidildiğinde, el sıkışmayla ya da kapı tokmakları, para gibi nesnelere dokunmayla bulaşmanın olabileceği düşünülmektedir. Bu tür obsesyonları olan kişiler, her şeyi kirlenme kaynağı olarak görebilir; bulaşmayı önlemek için eşyalara dokunmaktan, insanlarla yakın temas kurmaktan kaçınabilirler. Kirlenme/bulaşma obsesyonlarına yanıt olarak ortaya çıkan kompulsiyonlar temizleme kompulsiyonlarıdır. Sık ve yineleyici tarzda el yıkamalar, bu tür kompulsiyonların en sık karşılaşılan şeklidir. Temizleme kompulsiyonlarıtemizlendiğine ikna olamadan uzun süreli banyo yapma, evi, eşyaları temizleme, çamaşır yıkama vb. şeklinde görülebilir.  

Bir eylemin yapıldığından emin olamama durumu, kuşku obsesyonu olarak tanımlanır. Bu tür bir obsesyonu olan kişi, ütüyü prizden çekip çekmediğinden, kapıyı kilitleyip kilitlemediğinden emin olamaz. Bu obsesyon genellikle bir tehlike durumuna işaret ettiğinden, ardından güvenliği sağlamakla ilişkili kontrol etme kompulsiyonları gelir. Kontrol etme kompulsiyonlarına örnek olarak, hava gazı musluğunun kapalı olup olmadığının ya da ütünün prizde unutulup unutulmadığının yineleyici tarzda kontrol edilmesi verilebilir. Bu tür kompulsiyonlar evde yaşayanların hava gazından zehirlenmesi, evin havaya uçması ya da yangın çıkması gibi felaketleri önlemek amacıyla yapılmaktadır ve sıklıkla bunların ardında saldırganlık ve şiddet içerikli obsesif düşüncele yer almaktadır. Kontrol etme, bulaşmayla ilgili korkuları hafifletmeye yönelik olarak da yapılabilir.

Simetri ve düzen obsesyonları, nesnelerin ve olayların belirli bir düzen ve konumda olması ya da eşyaların tam bir simetri içinde bulunmasıyla ilişkili obsesyonlardır. Bu tür obsesyonlara yanıt olarak, bir denge ve simetri sağlamak üzere eşyaları belirli bir sıra ve düzen içinde tutmaya çalışma tarzındaki simetri/düzenleme kompulsiyonları ortaya çıkar.

Saldırganlık teması obsesyonların içeriğinde ya da bunların ardında yatan çağrışımlarda sıkça yer almaktadır. Saldırganlık obsesyonları olarak tanımlanan bu tür obsesyonlarda, kendine ya da başkalarına yönelik öldürme, yaralama, çeşitli şekillerde zarar verme düşünceleri görülür. Bu kişiler, bıçak, makas gibi sivri nesneleri bulundurmaktan, sevdikleri kişilerle yalnız kalmaktan, ölüm haberleriyle karşılaşmamak için gazete okumak ya da televizyon seyretmekten kaçınabilirler.

Obsesyonlar, utanç verici ve kabul edilemez olarak nitelenen cinsel temalarla ilişkili olabilir. Cinsel obsesyonlaraörnek olarak, eşcinsellik, ensest ilişkilerle iligili düşünceler verilebilir.

Günahla ilgili düşünceler ve benzeri dini temaların yer aldığı dinsel obsesyonlar, ülkemizde, Batı toplumlarından farklı olarak sık görülen bir obsesyon tipidir.

Bir diğer obsesyon tipi, hayatı tehdit eden bir hastalığa yakalanma şeklinde ortaya çıkan bedensel obsesyonlardır. Bu tür obsesyonlar sıklıkla kanser, AIDS, zührevi hastalıklara vb. yakalanma korkusu şeklinde ortaya çıkar. Bu tür korkulara hastalıkla ilişkili olduğu düşünülen beden bölümünün kontrolü, onaylanma arayışı gibi kompulsiyonlar eşlik eder.

Gerçek anlamda maddi/manevi değeri olmayan birçok şeyin saklanıp biriktirildiği, gereksinim duyulmadığı halde satın alındığı kompulsiyon tipi biriktirme kompulsiyonlarıdır. Bu tür kompulsiyonlarda kullanım değeri olmayan çeşitli nesneleri atmaya ya da elden çıkarmaya yönelik yoğun bir korku vardır. Biriktirme davranışı kişinin evdeki yaşam alanını önemli ölçüde kısıtlayacak boyutlara ulaşabilir.

Yineleme tüm kompulsiyonlarda görülen bir özellik olsa da gündelik yaşama ilişkin bir davranışın tam olarak yapıldığından emin olunamayıp yapma-bozma tarzında sürekli yinelendiği durumlarda yineleme kompulsiyonlarındansöz edilir. Elektrik düğmesini açıp kapama, kapıdan girip çıkma, yazdıktan sonra silip tekrar yazma örnek olarak verilebilir.

Yineleyici tarzda dua etme, sayı sayma, belirli kelimeleri yineleme gibi düşünsel süreçler zihinsel kompulsiyonlarolarak tanımlanır.

Obsesif düşünceler ve törensel davranışlar, kişinin günlük etkinliklerini yerine getirirken yavaşlamasına neden olur. ‘Obsesyonel yavaşlık’ olarak tanımlanan bu durum, bazen kişinin yaşantısını felç edebilecek bir aşırılıkta olabilmekte, sıradan işlerin bile tamamlanması saatler alabilmektedir.

Araştırma sonuçları bazı uyumsuzluklar içersede, kadınların daha yüksek oranda bulaşma obsesyonları ve yıkama/temizleme kompulsiyonları; erkeklerin ise daha yüksek oranda cinsellik, agresyon, simetri obsesyonları ve tekrarlama, kontrol etme kompulsiyonları gösterdiği bildirilmiştir.

İçgörü: OKB, geleneksel olarak, hastaların belirtilerine yönelik içgörülerinin iyi olduğu bir hastalık olarak tanımlanmıştır. Bununla birlikte hastaların belirli bir bölümünde, belirtilere yönelik içgörünün değişken derecelerde bozulduğu, kişinin obsesyon ve kompulsiyonlarının aşırı ve anlamsız olduğunu kabul etmediği gözlenmektedir. OKB’li hastaların beliritikerine yönelik içgörülerinin bir yelpaze içinde değerlendirilmesi daha uygun görünmektedir. Bu yelpazenin bir ucunda içgörünün tam olduğu hastalar, diğer ucunda ise ‘obsesif-kompulsif psikozlar’ yer almaktadır. Bir çalışmada, biriktirme kompulsiyonları olanlarda içgörünün az olduğu, biriktirme kompulsiyonlarına direnmenin olmadığı ve tedavi motivasyonunun düşük olduğu belirlenmiştir.

Obsesif Kompulsif Bozukluğu DSM-5 Tanı Kriterleri;

  1. Takıntıların (obsesyonların), zorlantıların (kompulsiyonların) ya da her ikisinin birlikte varlığı:

Obsesyonlar (1) ve (2) ile tanımlanır:

  1. Kimi zaman zorla ve istenmeden geliyor gibi yaşanan, çoğu kişide belirgin bir kaygı ya da sıkıntıya neden olan, yineleyici ve sürekli düşünceler, itkiler ya da imgeler
  2. Kişi, bu düşüncelere, itkilere ya da imgelere aldırmamaya ya da bunları baskılamaya çalışır ya da bunları başka bir düşünce ya da eylemle yüksüzleştirme (bir zorlantıyı yerine getirerek) girişimlerinde bulunur.

Zorlantılar (kompulsiyonlar) (1) ve (2) ile tanımlanır:

  1. Kişinin takıntısına tepki olarak ya da katı bir biçimde uyulması gereken kurallara göre yapmaya zorlanmış gibi hissettiği yinelemeli davranışlar (örn. el yıkama, düzenleme, denetleyip durma) ya da zihinsel eylemler (örn. dinsel değeri olan sözler söyleme, sayı sayma, sözcükleri sessiz bir biçimde yineleme).
  2. Bu davranışlar ya da zihinsel eylemler, yaşanan kaygı ya da sıkıntıdan korunma ya da bunları azaltma ya da korkulan bir olay ya da durumdan sakınma amacıyla yapılır; ancak bu davranışlar ya da zihinsel eylemler, yüksüzleştireceği ya da korunulacağı tasarlanan durumlarla gerçekçi bir biçimde ilişkili değildir ya da açıkça aşırı bir düzeydedir.
  1. Takıntılar ya da zorlantılar kişinin zamanını alır. (örn. günde bir saatten çok zamanını alır) ya da klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında işlevsellikte düşmeye neden olur.
  2. Takıntı-zorlantı belirtileri bir maddenin/ilacın ya da başka bir sağlık durumunun fizyolojiyle ilgili etkilerine bağlanamaz.
  3. Bu bozukluk başka bir ruhsal bozukluğun belirtileriyle daha iyi açıklanamaz.   

Tedavi: OKB bilişsel davranışçı terapi yöntemleri ve/veya optimal doz ilaç tedavileriyle (görece diğer anksiyete bozukluklarında kullanılan ilaç dozlarından daha yüksek dozda ilaç kullanımı gerekmesi) tedavisi mümkün olan bir hastalıktır.   

Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB)

‘Bay F. psikiyatrik değerlendirilmesi yapılmadan yaklaşık altı hafta önce geçirdiği otomobil kazasından sonra gelişen yakınmaları için tedavi arayışı içindeydi. Bir sabah işe doğru arabasıyla giderken, buzlu yolda arabasının kontrolünü kaybetti. Arabası gelen trafik yönüne doğru kaydı, başka bir arabaya çarptı ve sonra da yanındaki bir yayaya çarptı. Arabanın kapısının kesilip Bay F’nin kurtarılmasına kadar geçen 3 saatte Bay F arabada sıkışmış olarak kaldı. Olaydan sonra Bay F, kazaya ilişkin sık olarak girici düşünceler, kabuslar ve yayaya doğru giden arabanın görüntülerini yaşadığını belirtti. İşe gidiş yolunu değiştiren Bay F, uykuya dalmakta güçlük, konsantrasyonda güçlük ve özellikle araba kullanırken çevresine artmış bir yoğunlaşmasının olduğundan yakındı’.  

TSSB, çok şiddetli bir ruhsal stres veya travmadan sonra ortaya çıkar. Ruhsal travma kişinin veya yakınlarının fiziksel bütünlüğünü tehdit eden, insanın deneyim sınırları dışındaki olaylara verdiği yoğun korku, dehşet ve çaresizlik olarak tanımlanır.

Ruhsal travma, doğal afetler ve trafik kazaları gibi kasıtlı olmayan travmatik olayların yanı sıra, cinsel taciz, tecavüz, terörist saldırılar, işkence gibi insan eliyle gerçekleştirilen travmatik olayları da kapsamaktadır. TSSB ile en yakından ilişkili travmatik olaylar, saldırıya veya tecavüze uğrama, yaralanma, kaza geçirme, birinin öldürüldüğüne veya yaralandığına tanık olma, doğal afet yaşama, ölümcül bir hastalık tanısı konulması ve yakını kaybetme veya yakınının başına gelen travmatik bir olayı öğrenmek olarak sıralanmaktadır.

Travmatik olaylar sonrası akut stres tepkileri yaygın olarak gözlenir ve bu tepkiler genellikle olayı takip eden 1 ay içinde azalır. Ancak öznel deneyimin yoğunluğu ve şiddeti akut tepkilerin ortaya çıkmasını kolaylaştırmakla birlikte psikopatolojinin süreğenleşmesini de etkilemektedir. TSSB, travmatik olayın doğası ve şiddeti, kişilik, baş etme mekanizmaları, inanç sistemleri ve atıf biçimleri travmatik olay sonrası içinde bulunulan çevre, sosyal destek sistemleri gibi pek çok etmenin etkileşimi sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır.

Travma Sonrası Stres Bozukluğu (Örselenme Sonrası Gerginlik) DSM-5 Tanı Kriterleri;

  1. Aşağıdaki yollardan biriyle (ya da birden çoğuyla), geçek ya da göz korkutucu bir biçimde ölümle, ağır yaralanmayla karşılaşmış ya da cinsel saldırıya uğramış olma:
  1. Doğrudan örseleyici olay(lar) yaşama.
  2. Başkalarının başına gelen olay(lar)ı, doğrudan doğruya görme (tanıklık etme)
  3. Bir aile yakınının ya da yakın bir arkadaşının başına örseleyici olay(lar) geldiğini öğrenme. Aile bireyinin ya da arkadaşının gerçek ölümü ya da ölüm olasılığı kaba güçle ya da kaza sonucu olmalıdır.
  4. Örseleyici olay(lar)ın sevimsiz ayrıntılarıyla, yineleyici bir biçimde yada aşırı bir düzeyde karşı karşıya kalma (örn. insan kalıntılarını toplayan ilk kişiler)
  1. Örseleyici olay(lar)dan sonra başlayan, örseleyici olaylara ilişkin, istenç dışı gelen aşağıdaki belirtilerin birinin (ya da daha çoğunun) varlığı:
  1. Örseleyici olay(lar)ın yineleyici, istemsiz ve istençdışı gelen, sıkıntı veren anıları
  2. İçeriği ve/veya duygulanımı örseleyici olay(lar)la ilişkili, yineleyici sıkıntı veren düşler
  3. Kişinin örseleyici olay(lar) yeniden oluyormuş gibi hissettiği ya da davrandığı çözülme (dissosiyasyon) tepkileri (örn. geçmişe dönüşler)
  4. Örseleyici olay(lar)ı simgeleyen ya da çağrıştıran iç ya da dış uyaranlarla karşılaşınca yoğun ya da uzun süreli bir ruhsal sıkıntı yaşama.
  5. Örseleyici olay(lar)ın simgeleyen ya da çağrıştıran iç ya da dış uyaranlara karşı fizyolojiyle ilgili belirgin tepkiler gösterme.
  1. Aşağıdakilerden birinin ya da her ikisinin birlikte olmasıyla belirli, örseleyici olaylardan sonra ortaya çıkan, örseleyic olay(lar)a ilişkin uyaranlardan sürekli bir biçimde kaçınma:
  1. Örseleyici olay(lar)la ilgili ya da yakından ilişkili, sıkıntı veren anılar, düşünceler ya da duygulardan kaçınma ya da bunlardan uzak durma çabaları.
  2. Örseleyici olay(lar)la ilgili ya da yakından ilişkili, sıkıntı veren anılar, düşünceler ya da duyguları uyandıran dış anımsatıcılardan (insanlar, yerler, etkinlikle, konuşmalar) kaçınma ya da bunlardan uzak durma çabaları.
  1. Aşağıdakilerden ikisinin (ya da daha çoğunun) olmasıyla belirli, örseleyici olay(lar)ın ortaya çıkmasından sonra başlayan ya da kötüleşen, örseleyici olay(lar)a ilişkin bilişlerde ve duygudurumda olumsuz değişiklikler olması:
  1. Örseleyici olay(lar)ın önemli bir yönünü anımsayamama (özellikle unutkanlık çözülmesine (dissosiyatif amnezi) bağlıdır ve baş yaralanması, alkol ya da madde kullanımına bağlı değildir.
  2. Kendisi, başkaları ya da dünya ile ilgili olarak, sürekli ve abartılı olumsuz inanışlar ya da beklentiler (örn. ‘ben kötüyüm’, ‘kimseye güvenilmez’, ‘dünya tümüyle tehlikeli bir yerdir’)
  3. Örseleyici olay(lar)ın nedenleri ve sonuçlarıyla ilgili olarak, kişinin kendisini ya da başkalarını suçlamasına yol açan, süreklilik gösteren, çarpık bilişler.
  4. Süreklilik gösteren olumsuz duygusal durum (örn. korku, dehşet, öfke, suçluluk ya da utanç).
  5. Önemli etkinliklere karşı duyulan ilgide ya da katılımda belirgin azalma
  6. Başkalarından kopma ya da başkalarına yabancılaşma duyguları.
  7. Sürekli bir biçimde, olumlu duygular yaşayamama.
  1. Aşağıdakilerden ikisi (ya da daha çoğu) ile belirli, örseleyici olay(lar)ın ortaya çıkmasıyla başlayan ya da kötüleşen, örseleyici olay(lar)la ilintili, uyarılma ve tepki gösterme biçiminde belirgin değişiklikler olması:
  1. İnsanlara ya da nesnelere karşı sözel ya da sözel olmayan saldırganlıkla dışa vurulan, kızgın davranışlar ve öfke patlamaları
  2. Sakınmaksızın davranma ya da kendine zarar veren davranışlar bulunma.
  3. Her an tetikte olma
  4. Abartılı irkilme tepkisi gösterme
  5. Odaklanma güçlükleri
  6. Uyku bozukluğu (uykuya dalma/sürdürmede güçlük)
  7. Bu bozukluğun süresi bir aydan daha uzundur.
  8. Bu bozukluk klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında işlevsellikte düşmeye neden olur.
  9. Bu bozukluk bir maddenin/ilacın/başka bir sağlık durumunun fizyolojiyle ilgili etkilerine bağlanamaz.

 

Epidemiyoloji

Travmatik olay sonucu gelişen ruhsal sorunlar bakımından cinsiyetler arasında farklılıklar vardır. Kadınlarda TSSB görülme riski erkeklere göre iki kat fazladır. Travmatik olaylarda, kadınların tehdit altında hissetme algısının erkeklerden daha yoğun olduğu saptanmıştır. Deprem gibi doğal afetten bir gün sonra kadınların travmatik stres belirtileri erkeklerden daha fazla bulunmuştur. Ayrıca, kadınların depremin sürekli devam edeceğine ilişkin kabulleri daha fazladır. Cinsel travmalarda öznel yanıt açısından kadın ve erkek arasında belirgin bir fark olmadığı öne sürülmektedir. Doğal afetler sonrası TSSB yaygınlığı, genel olarak insan eliyle yapılan travmalardan daha düşüktür. İşkence ve tecavüz gibi insan eliyle kasıtlı olarak gerçekleştirilen travmatik olayların TSSB gelişimini kolaylaştırdığı bilinmektedir. Doğal afetler gibi travmatik olaylar, genellikle toplumda travma mağdurları ve kahraman kurtarıcılara karşı çok empatik bir tepki doğururken, tecavüz, işkence gibi bazı travmatik olaylarda aynı empatik yaklaşım ve sosyal destek görülmeyebilir. Bu olaylar kişiyi çok yalnızlaştıran, toplumdan uzaklaştıran deneyimler olabilir ve kişinin yardım alma olasılıklarını azaltabilir.

Risk Etmenleri

Travma ve stres;

  • Travmatik olayın şiddeti, özellikle yaşama tehdit, fiziksel yaralanma ve kayıpların yoğunluğu
  • Travmatik olayın süreğen olması
  • Basın yayın aracılığıyla travmatik görüntülere maruz kalmak
  • İnsan eliyle yaratılan travmatik olaylar
  • Travma sırasında yaşanılan belirtilerin niteliği ve şiddeti
  • Travmaya karşı verilen öznel yanıt
  • Travmatize olmuş bir toplumun üyesi olmak
  • Akut veya süreğen ikincil stresler

Kişisel Özellikler;

  • Kadın cinsiyet
  • Bekar, dul ya da boşanmış olmak
  • Orta yaş yetişkinlik (40-60 yaş)
  • Azınlık üyesi olmak
  • Yoksulluk veya düşük sosyoekonomik düzey
  • Düşük eğitim düzeyi
  • Kişisel veya ailesel psikiyatrik hastalık öyküsü
  • Çocukluk çağı ruhsal travmaları
  • Dayanıklılık
  • Bazı kişilik özellikleri (içe dönüklük ve dışsal kontrol odağının yüksel olması gibi)
  • Öfke, suçluluk gibi psikolojik etkenler
  • İşlevsel olmayan başa çıkma çabaları

Çevresel Etkenler/Kaynaklar;

  • Tıbbi, psikolojik ve sosyal yardım servislerine ulaşımın yetersizliği
  • Sosyal kaynakların ve desteğin azlığı
  • Az gelişmişi/gelişmekte olan bir ülkede yaşamak

 

Doğal afetler, her ne kadar doğal olaylardan kaynaklansa da, afetlerdeki yıkımın ve sonraki süreçteki koşullarda insan etkisinin payı her zaman bulunmaktadır ve bu pay gelişmekte olan ülkelerde daha büyüktür. Travmatik olaya doğrudan maruz kalan bireylerde, tanık olan bireylerden daha yüksek oranlarda TSSB görülür. Ayrıca travmatik olay sonrasında medya yayınları aracılığıyla olayların görüntü ve seslere daha çok maruz kalan kişilerin TSSB geliştirme riski daha fazladır.